Önceki yazımızda SADAT Savunmaya tezviratlarını akılsızca, şuursuzca, gayri ahlaki bir üslup ve yöntemle yönlendirenlerin arka planda var olan gerekçelerine değinmeye gayret etmiş idik. Şimdi İkinci Dünya Savaşı sonrası özellikle soğuk savaş sonrası Varşova Paktı’nın dağılması ve Rusya’nın eski gücünü yitirmesi üzerine ABD ve saz arkadaşlarının bölgemizde alevlendirdikleri vekalet savaşlarının yöntemine değineceğiz.
Esasında vekalet savaşlarının ilk çıkışı soğuk savaş döneminde olsa da Türkiye’nin de bulunduğu Ortadoğu Coğrafyasında etkin olarak kullanılmaya başlanması 1990 sonrası ABD’nin Kuzey Irak’ı işgali ile başlamıştır.
Varşova Paktı karşısında bir blok oluşturulmak için kurulan NATO, Sovyetlerin dağılması ile misyonunu tamamladığı yönünde tartışmaların merkezine oturdu. Ancak 1990 tarihinde İngiltere’de yayınlanan bir makalede “Will Islam Bury Us” “İslam Bizi Gömecek Mi?” sorusunu gündeme geldi. Söz konusu makaleye göre İslam Dini Varşova Paktı’nın dağılması ile yükselişe geçecek Asya ve Avrupa’da kısa zamanda etkili olacaktır. Makalede daha ileri gidiliyor ve herhangi bir müdahale olmazsa 30 yıl sonra İslam’ın Dünya hakimiyetini eline geçireceğine vurgu yapılıyordu.
Bunun için NATO’nun misyonunu tamamlamadığına inanan bir grup devletler NATO’nun yeni düşman belirlemesi gerektiğine dikkat çekmiş ve bu yeni düşmanın kırmızıdan yeşile dönüştürülmesi gerektiğini vurgulamıştır. Kısa zamanda kabul gören bu fikir sonrası NATO’nun yeni düşmanı “Yeşil Kuşak” yani İslam olmuştu.
Çok geçmeden bu karar Türkiye’ye rağmen uygulamaya konuldu ve Kuzey Irak işgali ile bölgede etkin bir askeri harekata girişildi. Bu harekât Ortadoğu İslam Coğrafyasında vekalet savaşlarının pimini çekti ve zemininin hazırlanmasını sağladı.
Vekalet Savaşlarında en doğrucu tanımlamayı Karl Deutsch’ın yaptığını söyleyebiliriz. Karl Deutsch’a göre vekalet savaşı; iki güç arasında meydana gelen uluslararası çatışmanın devamı olarak menfaatlerinin olduğu üçüncü bir ülke topraklarında bu ülkedeki iç anlaşmazlıklar üzerinden ve yine bu ülkenin insan gücünü, kaynaklarını ve topraklarını kullanarak yürüttükleri savaş olarak tanımlanmaktadır.
Vekalet savaşlarında emperyalist yayılmacı güçlerin rolü, üçüncü ülkede var olan iç çatışmalarda taraflardan birini desteklemek sureti ile ortaya çıkmaktadır. Bu ülkeler kendi küresel güç hedefleri doğrultusunda ortaya koydukları dış politika ve stratejilerini üçüncü ülke sınırları dahilinde uygulayarak küresel rakiplerinin bu ülkelerde kendi taraftarları ile güç kazanıp hakimiyet kurmasına engel olma çabaları olarak açıklayabiliriz.
Buraya kadar anlatılanlardan anlaşılacağı üzere vekalet savaşları ile emperyalist güçler birbiriyle doğrudan doğruya çatışmaya girmekten kaçınırlar. Birbirleri ile savaşarak savaşın tahripkâr yüzü ile ülke toraklarını ve halklarını karşı karşıya getirmezler. Siyasi nüfuzlarını ve askeri güçlerini üçüncü ülke üzerinden kullanarak, dolaylı olarak çatışırlar. Bilfiil askerleri ile bu ülke topraklarında savaşmayı tercih etmezler.
Madem kendi askerleri ile bu topraklarda savaşmazlar peki o halde bu savaşları nasıl yönlendirir ve kazanırlar? Akıllara bu soru geliyor değil mi? İşte dananın kuyruğunun koptuğu noktada tam burası. Bu ülkeler üçüncü ülkelerde psikolojik harp teknikleri ile ve hatta o ülkenin kendi vatandaşı insanlar marifeti ile suni gündem oluştururlar. Sokak gösterilerini kışkırtırlar. Terör faaliyetlerini tırmandırırlar, Ülkede demokrasi yokmuş izlenimi verdirirler. Ekonomik yetersizliklerden dem vururlar ve iktidarın yaptığı iyi şeyleri görmezden gelen hep eleştiren muhalefeti desteklerler.
Kendi propagandalarını yapacak, kesimleri suni gündemlerle harekete geçirirler. Ülkede kendi menfaatlerine uygun hareket etmeyeceklerine inandıkları iktidarı hedefe koyarlar ve satın aldıkları medya aracılığı ile ha bire ülkede yoksulluk, yolsuzluk, hırsızlık ve toplumsal ayrımcılık varmış gibi gösterirler. Nitekim 1990’lardan sonra Türkiye’de olanlara baktığımızda bunları net olarak görebiliriz. Halk arasında sorun olmayı bırakın farkındalık dahi oluşturmayan başörtüsü meselesini sorunmuş gibi gösteren söylemler bu amaca hizmet etmemiş miydi?
Bugün Kuzey Irak’ta, Suriye’de, Afrika’nın birçok ülkesin’ de, Libya’da, Yemen’de olanlar vekalet savaşlarının en acımasız yüzlerini göstermektedir. Bu coğrafyada irili ufaklı onlarca askeri şirket at koşturmakta ve bölgenin yer altı ve yerüstü kaynaklarını sömürmektedirler. Kuzey Irak’ta ABD’li Black Water, Suriye ve Libya’da Rus Wagner, dünya üzerinde en büyük ve en etkin askeri şirketler olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu şirketlerin ortak özellikleri insanlık suçu işleyerek girdikleri ülkelerde bölge insanlarını birbirine karşı kışkırtırlar, kan ve gözyaşı ile beslenirler. Şahsi ganimet peşinde koşmaları, taciz, tecavüz, şiddet gibi eylemler bu şirketlerin bölgede ortaya koydukları hukuk dışı eylemlerinden sadece bir kaçıdır. Bugün dünya üzerinde irili ufaklı 150’den fazla özel askeri şirketin olduğunu söyleyebiliriz. Bu şirketlerin en acımasız ve yıkıcı olanları ABD, Rusya, İngiltere ve Fransa gibi ülkelerin kontrolündedir. Bu şirketlerden 30 kadarının Ortadoğu ve Afrika yani ASRİKA mihverinde olduğunu söyleyebiliriz.
Bu şirketlerden en masum olanlarından biri olarak görülen Executive Outcomes adlı şirket Afrika ülkesi Sierra Leone’de ortaya çıkan iç ayaklanmayı bastırmış ve her şey düzeldi denildiği bir anda devlet yetkililerinin şirketle anlaşmalarını sona erdirmelerinden sonra eskisinden daha kanlı ve güçlü bir iç savaş baş göstermiştir. Bu örnekte anlaşılacağı üzere emperyalist devletlerin maşası konumunda olan bu şirketlerle yapılmak istenen hedef ülkelerin ele geçirilmesi, kontrol edilmesi ve güdümlü devletçikler haline getirilmesidir.
Oradan ayrılmak zorunda kalacakları bir günü hesap ederek gerekli nifak tohumlarını ekerek ayrılırlar. Bunu madde bağımlısı bir gencin kullandıkça güçsüz ve zayıf düşen vücuduna benzetebiliriz. Bırakmak ister ama bırakmaya kalktıkça vücudu zayıf düşer. Yeniden başlar daha güçsüzleşir ve bu sürer gider. Kısır döngü yani.
Görüldüğü gibi İslam Ülkelerinde olan problemlerin çözümü için bölgeye ayak basan bu şirketler çöreklendikleri bölgeden çıkmak istemiyorlar. Bu şirketlerin Türkiye’deki işbirlikçileri ve uşakları SADAT Savunmanın milli ve yerli askeri danışmanlık faaliyetleri sonucu bölgede alan bulamayacaklarını fark ettiler. Kendi değerleri ile barışık, kültürel ve ahlaki değerleri dikkate alan, terörle işbirliği içerisinde olmayan, ülkelerinin menfaatlerine, çıkarlarına göre hareket eden, kendilerinden olan kurum ve kuruluşlarla ortaklaşa hareket ederek kalıcı çözümleri üreten ve hayata geçiren bu oluşum karşısında emperyalist bu şirketler beslendikleri kan ve göz yaşı ortamını bulamayacaklarını ve bölgeden kalıcı olarak ayrılmak zorunda kalacaklarını fark ettiler.
Şimdi anladınız mı, bu çığırtkanların kimlerin ekmeğine yağ sürdüğünü? SADAT Savunma’nın bölge ülkelerinde emperyal şirketler gibi kaos ve kargaşaya imza atacak olsaydı bu çığırtkanların göreve çağırdıkları savcılar sizce bir dakika bekler miydi? Sizce ağızlarında eğip bükerek suç unsuru aradıkları SADAT Savunma hakkında daha somut delilleri çarşaf çarşaf gözler önüne sermezler miydi?
Bunlar ülkemizi PKK terör örgütüne teslim edemeyince emperyalist ülkelerin mandası haline getirmek gayretindeler.
İsimlerini dahi ağzıma almaya layık görmediğim, sözde vatanperver Türk subayı olduğunu ileri süren o zavallı düşünce yoksunlarına söyleyecek bir tek söz dahi bulamıyorum.
Devam edecek…
Alıntı: https://www.milatgazetesi.com/yazarlar/sadat-savunma-ve-vekalet-savaslari-2-2287/